top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıaynadakimunzevi

ŞEHRE TÜRKÇE YÜRÜMEK





Ya LÂLE açmalıdır göğsümüzde yahut GÜL…


Öldüğünüzde arkanızda nasıl bir eser bırakmak istersiniz diye sorulsa; bir mezar taşı derim.


Ama öyle üzerinde günün uyduruk kandil kutlaması mesajı gibi bir mermer değil; henüz açmakta olan kadim bir lale tomurcuğu bulunan taş süslemesi bırakmak isterim.


Kadim şehirlerin Toki ve kentsel dönüşüm ile hafızasının silindiği bir çağda geleceğe yürümemin ancak mezar taşımda mühürleyeceğim kadim bir anlayışla mümkün olacağını düşünüyorum.


Bize Türklerin göçebe bir millet olduğu söylendi hep. Yörük kelimesinin yürümekten geldiği bir vakıa. Ancak Türklerin asıl yürüyüşünün ayakla değil yürekle olduğu söylenmedi hiç.


Yörük gibi, yürek de yürür oysa ki..


Biz esasen otursa da kalbiyle yürümeye devam eden bir milletiz.


Bu kalbî yürüyüş düşüncede derinleşmek aynı zamanda…


Hayatı, eşyâyı ve anladıkça Hakk’ın kendinde açığa çıkardığı esmalara yürüyüş..


Bir nevi esma kuşanma talimleri…


Hiç durmadan, kâinatta her an akış hâlinde olan o şuurla bir olma hâli; Hayy ve hayat…


Devlet de derûnunda böyle bir süreklilikle yürüyen varlık.


Devletin de mütemadiyen yürüyen bir kalbi ve hafızası var…


Oysa günümüzde devlet kalp ve hafızasındaki bu kadim sürekliliği kaybetmek üzeredir.


Küresel savaşlar bombaladığı şehirlerin evvelâ kadim yapılarını, mezar taşlarını, cami ve türbelerini, kütüphanelerini yok ediyor.


Günümüzde TOKİ ve kentsel dönüşümün bombaya hacet kalmadan hafızasını sildiği kaç şehir var sayan var mı?


Su üzerine yazı yazılan bol akçeli kurbağaca etkinlik, balo, anma, yanma, baygınlık geçirme salonlarının kadim şehirlerin ve devletin sürekliliğine katkısı ne?


Devletin asıl yürüyüşü kalbî ve ontolojiktir.


Bunu kaybettik.


Merhum Ahmet Kabaklı Hoca’mızın mezar taşındaki kavuk sembolü kendisinin varlığında yürüyen ve sonsuza kadar yürüyecek o kadim Türk-İslâm irfânı değil midir?


Merhum Mehmet Akif İstiklâl Marşı’nda; “kahraman ırkıma bir gül derken” elbetteki kadim Türklük anlayışından bahsediyordu.


Bursa’nın en kadim ulusu kim diye sorsalar; şuracıkta derinlerde kök salmış Koca Naib Mehmed Efendi derim.


Birinci Murad Hân döneminde Bursa kadılığı yapmış bu zat. İsminin aldığı câmiyi yaptıran oğlu Kutup Mehmed Efendi.


Bu câmi Bursa’nın ve dahî Osmanlı’nın ilk kalkan duvarlı câmisi.


Minaresinin özgünlüğü ise hâlâ bir hayret ve takdir vesilesi.


Osmanlı'nın kök bilgisi Koca Naib Mehmet Efendi’nin kalbinde yeşeriyor.


Torunu Kadızâde Rûmî bu iklimde ve işte şuracıkta devran süren Molla Fenârî’nin bizzat ders verdiği medresede boy atıyor.


Ahhh.. Onun tedrisinden ise bir matematik bilgini Ali Kuşçu yetişiyor.


Bursa, Hisar’dan Orhan Bey Camii önüne kadar yürüyene dek Kadızâde, Uluğ Bey diyarına oradan bütün cihana çoktan ulaşıyor.


Ben üşenmedim Hisar’dan Taltakale’ye, oradan Ulucâmi’ye, oradan Orhan Bey camiine kadar kaç adım yürünüyor, sayıp not ettiğimde bu kız herhalde meczup diyorlardı.


Biz göçebe filan değiliz dostlar. Biz İl etme ve yurt tutma bilgisine sahip bir milletiz.


Bunu şuracıktan Üftâde Türbesinden aşağı inerken yokuşta bekleyen Eskici Mehmed Dede’ye ilk vardığımda anladım.


Burası ayaklarından önce kalbiyle yürüyenlerin yurdu…


Ahlatlıların, İhlaslıların, Ötügenlilerin yani Allah’ı ananların hâlâ yürüdüğü şehirler.


Devletimiz özü itibarıyla derin değil, derunidir.


Benim de mezar taşımda kadim bir lale tomurcuğu olsun isterim.


Malhun, kendi içinde kıvamını, özünü bulmak için münzevi köşesinden kalemiyle, yüreği ile yürüdü gitti bu diyardan…


Açmasa da solmadı ya…


Kadirşinaslıkla efendim.



Saliha MALHUN



Fotoğraf; Koca Naib Efendi'nin varlık anlayışı ile birlikte silinen türbesi...

5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

YUNUS

Comments


bottom of page