top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıaynadakimunzevi

RESSAM HOCA ALİ RIZA DEDE




Bir varmış, bir yokmuş.


Allah’ın ince, nazik, güler yüzlü, tatlı sözlü, güzel huylu kulları o vakitler pek çokmuş. İstanbul, Asya ile Avrupa kıtasını o gergefli boğazında tıngır mıngır sallar iken asırlar da birbirini kovalamış.


O vakitler Üsküdar âdeta bir masalmış. Altûnîzâde, Bağlarbaşı, Karacaahmet, Doğancılar ve Nuhkuyusu bu masal şehrin en güzel, en nadide semtleriymiş. Hele Salacak bulutlar arasından görünen bir gelin gibiymiş. Bu masalı okuyan çocuklar da eski masal şehri Üsküdar’ı tanımak için can atan aklıevvel, zehir gibi zeki çocuklarmış. Anlamadıkları eski kelimeleri okumaktan hiç korkmaz, sözlüklere bakmaktan hiç yılmazlarmış.


O sırmalı zamanlarda Üsküdar’da Hoca Ali Rıza Dede adında güngörmüş, safâ sürmüş, ak sakallı, pâk yüzlü, kadife sesli, kırmızı fesli, çok neşeli pek çelebî bir ressam dede yaşarmış.


Ressam Dede her sabah ahşap konağından eşeği Kadife ile çıkar mahallenin miyav miyavlarına sütlerini, köpeklere ekmeğini ve kuşlara buğdayını savurup, esnafa selâm vere vere iskeleye inermiş. Oradan denize ve Kız Kulesi’ne bakıp efkârlanırmış. Çünkü o devirde çocuklar daha pek küçük yaşta alınır, hünerleri bütün dünyaya ulaşan bir hattat ve nakkâş olurlarmış.


Ressam Dede üzülürmüş çünkü gelecek devirdeki çocuklar belki de artık bu kelimelerin mânâsını dahî anlayamayacaklarmış. Aziz Mahmud Hüdâî kimdir, Hasan Üsküdârî kimdir belki de hiç tanımayacaklar diye dertlenir dururmuş.


İşte o gün de bu hüzünle tuvalini, boya takımını ve ceketine kopcalayıp astığı çantasıyla bedestene uğrayıp eksik birkaç malzemesini aldıktan sonra Salacak’a doğru yola koyulmuş. Üsküdar’ın mîmârî abidelerinin önünden geçerken gözlerini kapar onların derûnundan gelen mûsîkiyi duymaya çalışırmış.


Ressam Hoca Ali Rıza Dede bu masal şehrin eşsiz manzaraları ve mîmârisi yeryüzünden ve hafızlaradan silinip gitmesin diye mütemadiyen onların resmini çizermiş. “Yegâne zevk ve emelim memleketimin tatlı semaları altındaki aşiyanları, mahallelerini, manzaralarını ele alarak onlara hayat vermektir.” dermiş. En çok da Üsküdar meydanının ortasına konduruverilmiş olan tarihi çeşmeyi severmiş. Çünkü eskiden padişahlar büyük seferlere bu meydandan hareket eder Üsküdarlı çocuklar ilk sefer gülbanklerini, zafer naralarını bu meydanda işitir, sırmalı sancaklara bakarak serhat boylarında kahraman bir asker olmayı düşlerlermiş.


Derken bir gün resim yaptığı bir ağacın gölgesinde peynir ekmeğini ve domatesini yedikten sonra ikindi ezanına kadar şu resimciği bitireyim demiş. Geçmiş tuvalin başına. O da ne? Tuvalin içinde bir küçük kız ağaçların ardından ona el sallıyormuş. Bir tuhaf olmuş Ressam Dede kendi kendine çimdik atmış;



“Ne oluyor yahu? Yoksa ben uyudum mu, rüya mı görüyorum..” diye kendi kendine söylenmeye başlamış.


Küçük kız;


“Hayır Ressam Hoca Dede siz uyumadınız ben rüyamda sizin yanınıza gelmek istedim demiş.


Ressam Hoca Dede çok şaşırmış;

“Hayy Allah müstehakını versin cici kız peki neden rüyanda beni görmek istedin anlat hele demiş.



Küçük kız tablonun içinde Ressam Dede’ye doğru yaklaşıp;



“Eğer beni buradan çıkarırsanız size anlatırım” demiş.


Ressam Hoca Dede düşünmüş taşınmış hemen eline fırçayı alarak tablonun içine bir merdiven çizmiş ve basamakları tuvalin kenarına kadar uzatmış. Küçük kız basamakları tek tek çıktıktan sonra tuvalin dışına doğru ayağını atarken tutması için de elini Ressam Hoca Dede’ye uzatmış. Ressam Dede hoop küçük kızı kollarından tutup tuvalden çıkarıvermiş. Küçük kız bir yandan elbisesini düzeltirken bir yandan da şaşkınlıkla etrafına bakıyormuş. Ressam Dede de doğrusu bu davetsiz konuğunu merak ediyormuş.


“Söyle bakalım küçük sultân adın ne senin? Nerede yaşarsın, ne yaparsın? Tablomun içine nasıl geldin anlat hele..” demiş.


Küçük kız altın sarısı saçlarını elleriyle toplayıp tokası ile bağladıktan sonra benim adım Ayşe Su demiş. 2020 senesinde Üsküdar’da yaşıyorum ve beşinci sınıf öğrencisiyim. Ben küçüklüğümden beri resim yapmayı çok seviyorum ve büyüdüğümde iyi bir ressam olmak istiyorum.


Geçen derste öğretmenimiz bana; “Biliyor musun Ayşe, yaptığın bu Üsküdar resimlerini görünce Ressam Hoca Ali Dede’yi hatırladım. O da bu semtte doğmuş ve İstanbul’a dair, bu semte dair eşsiz tablolar yapmış. Eğer o zat şimdi yaşasaydı seni çok sever ve alnından öperdi” dedi. Doğrusu öğretmenim bunları söyleyince ben de sizi çok merak ettim ve hiç olmazsa rüyamda görmek için Allah’a dua ettim. O da benim duamı kabul etti ve kendimi sizin tuvalinizin içinde buldum. Lütfen izin verin elinizi öpeyim zira rüyam bitmeden ve ben uyanmadan bir an önce size soracağım çok şey var.”


Ressam Hoca Dede hayretini gizlemeyerek “Fesuphanallah demiş son derece duygulanarak elini öpen Ayşe Su’yu alnından öpmüş ve;

“Şimdi söyle bakalım ne öğrenmek istiyorsun güzel kız?” diye sormuş.

“Ben.. İyi bir ressam nasıl olunur onu merak ediyorum dedeciğim” demiş. Boyaları nasıl hazırlamalıyım, renk seçimi ve fırçayı kullanmaktaki sırları öğrenmek istiyorum.”


Ressam Hoca Dede sakalını sıvazladıktan sonra;


“Hımmm.. demek iyi bir ressam olmanın sırrını öğrenmek istiyorsun küçük sultân. Şu halde seninle bir yolculuğa çıkalım sana işin sırrını göstereyim demiş.


Birlikte inmişler Üsküdar Meydanı'na. Allah Allah Hoca Dede zamanında ne kadar da değişikmiş Üsküdar. Hiç de kalabalık değil meydan ve sokaklar. Minibüs, otobüs ve taksi durakları yok. Sokaklar adeta mis her taraftan çiçek kokuları geliyor. İnsanlar da ne kadar zarif ve güzel giyinmişler şu hanımlardaki renk renk feraceler, beylerdeki fesler, bastonlar ne kadar da şık ve güzel. Ya şu çocuklar fırıl fırıl elbiseleriyle sanki bir peri.


Ressam Hoca Dede;


“Pekâlâ küçük sultân öncelikle öğretmenine ve sana teşekkür ediyorum. Kendi zamanınızda beni unutmadığınız için. Unutmak bir yana yaşadığın şehri sevdiğin ve onun târihine merak duyduğun için. Ve yine teşekkür ederim sana benim zamanımın kelimelerini öğrenmeye ve anlamaya çalıştığın için. Zira sizin zamanınızda “mütemadiyen” kelimesini bile anlamak zor olsa gerek siz çocuklar için.


“Evet haklısınız Ressam Dedeciğim. Ama öğretmenimiz İngiliz çocuklarının daha çok küçük yaşta kendilerinden yüzlerce sene evvel yaşamış Şekspir’i anladıklarını söyledi. Biz neden anlamayalım bizden yüzyıl önceki dedelerimizi. Bence yapabiliriz biz de azcık merak salsak ve çalışsak. Çünkü başka yabancı dilleri de pekâlâ öğreniyoruz daha ilk mektepte. Bakın alıştım bile sizin gibi konuşmaya okula mektep dedim. Bu biraz da alışkanlık etmemize bağlı öyle değil mi dedecim?”



Ressam Hoca Dede hayretle Ayşe Su’yu dinliyordu.


“Ne akıllı, ne güzel çocuksun sen gel seni bir kerecik daha koklayayım sevgili torunum.” dedi. Ayşe Su’nun da doğrusu hiç


itirazı yoktu buna. Ressam Hoca Dede;


“Şu hâlde ilk derse başlayalım dedi. Şu gördüğün çeşmeyi çizmeye başlamadan evvel ne yaparsın?” diye sordu. Ayşe Su elini çenesine koyup bir müdde


t çeşmeyi inceledikten sonra;


“İlk önce iyi bir tuval seçip, boyalarımı hazırlarım ve…”


“Hayır… dedi Ressam Dede, onu sormuyorum, onlardan önce ne yaparsın?”


Ayşe Su bir müddet daha düşündü, taşındı sessizce yüzüne baktı dedenin.


“Peki siz ne yapardınız?” diye sordu. Ressam Dede;


“Hah! İşte birinci sırrımız bu küçük sultân! Ben evvelâ resmini yapacağım çeşme, ağaç ev yahut deniz ve tepelerle, her şeyle konuşurum.”


Ayşe Su şaşırmıştı;


“Nasıl yani.. dedi. İnsan çeşmeyle, evlerle, ağaçlarla ve denizle nasıl konuşabilir ki? Onlar bizi duyabilirler mi? Hem onların konuştuğunu hiç duymadım ben şimdiye dek. Yoksa onlar konuşuyorlar mı dede?”


Ressam Hoca Dede sakalını sıvazlayarak gülümsedi.


Sen onları dinlemesini bilirsen elbette konuşurlar seninle. Ama bu konuşmayı sizden başka duyan ve anlayan olmaz. İstersen selâm ver ve konuş çeşmeyle.


Ayşe Su şaşkınlıkla çeşmeyi epey inceledikten sonra;


“Merhaba güzel çeşme. Ben Ayşe Su. Daha öncede babamla senin önünden çok geçtik ve ben defalarca senin kurnalarından su içtim ama konuştuğunu hiç bilmiyordum. Lütfen söyler misin seni en güzel şekilde nasıl resmedebilirim? Bunun bir sırrı var mı?”


“Elbette dedi çeşme. Sesi billur gibi şakıyordu. Daha önce hiç bu kadar güzel bir ses duymamıştı. Eğer beni hakikatimle resmetmek istiyorsan öncelikle benim huylarımı bilmelisin küçük kız. Gördüğün gibi ben bir çeşmeyim. Yüzyıllardır bu


meydandan kimler geldiii kimler geçti. Ben hepsine de musluğumu açtım ve suyumu verdim. Bu zengin, şu fakir, şu ayyaş, şu meczup, şu hırsız bu katil, şu Müslüman bu Ermeni yahut Musevi diye hiç kimseyi ayırmadım. Her avucunu açana kana kana suyumdan içirdim. Kurdu, kuşu, kedileri, köpekleri bağrımda serinlettim. İşte beni resmetmen için benim bu huylarımı bilmen ve senin de bu güzel huylara sahip olman gerekir Ayşe. Aksi takdirde benim hakikatimi çizemezsin ancak karşıdan taklit edebilirsin. Ressam Hoca Dedemiz sağolsun bizim dilimizden anlar, konak, sebil, cami, tekke ayırmaz hepimizle hergün selâmlaşır ve bizimle konuşmadan tek bir resim bile yapmaz, fırçasını tuvale dokundurmaz.”


Hayretler içinde kalmıştı Ayşe Su. Çeşme ile, ağaç ile, ev ile konuşana ne derlerdi? Ressam Hoca Dede bunu anlamış gibi cevap verdi.


“Kendi kendine konuşana deli derler evlât ama gerçekte eşya ile konuşana ise velî! Şimdi anladın mı iyi bir ressam olmanın sırrı neymiş?”


“Evet… dedi Ayşe Su. Sanırım anlamaya başladım dedecim. Sanırım iyi bir ressam olmanın sırrı evvelâ iyi huylara sahip olmak. Tabiattaki cömertliği ve iyiliği, karşılıksız sevgiyi öğrenmeden ve anlamadan bu dünyada değil ressam hiçbir şey olamazmışız!”


“Hah! İşte bütün sır bu çocuğum dedi. İyi bir insan olmak. Evvela insan olabilmek. İyi bir insan aynı zamanda en iyi bir sanatkârdır.


Bu sırada üstü başı kir pas içinde bir yaşlı adam geldi çeşmeye. Zorlukla kurnaya eğilip su içmeye çalıştı. Ressam Hoca Dede hemen koşup ihtiyarın kolundan tuttu ve su içmesine yardım etti. Çeşmede çok üzülmüştü bu duruma. Kurnasından içli içli ağlama sesi gelmeye başlamıştı. Oradan geçen meydanın köpeği Kavruk acıklı bir ses çıkararak baktı ihtiyara. İnsanlardan başka her varlık sanki anlamıştı yaşlı adamın ızdırabını. Ressam Hoca Dede;


“Gel sen de öbür kolundan tut bakalım…” dedi Ayşe’ye. Adamın üstü başı çok kirliydi ve pis kokuyordu. Keçeleşmiş saçlarının arasından adeta bitler kaynaşıyordu. Etraftaki insanlar ihtiyara adeta iğrenerek bakar


ken Ressam Dede hiç çekinmeden onu yürütmeye çalışıyordu. Nihayet bir hamamın önüne geldiklerinde Ressam Hoca Dede hamam önünde peştemalleri sepete yığan adama;


“Ohennes Baba sen şu garibanı soyadur ben şimdi evden temiz elbise alıp gelip kendi elimle yıkayacağım.” dedi.


Ayşe ile birlikte pencerelerinde gardenyaların, menekşelerin bulunduğu konakların arasından geçerek nihayet Ressam Dede’nin ahşap konağına vardılar.

“Aman Allah’ım dedi Ayşe Su. Hayretten adeta küçük dilini yutmuştu. İşte ben şimdi gerçekten bir rüya görüyorum dedi. Bu tablolar, bu manzaralar, renkler ne kadar enfes!”



Ev bütün Sıcaklığı ile âdeta sarmalamıştı Ayşe Su’yu. Şu an yaşadığı bir rüya da değil, bir masaldı adeta. Bir Üsküdar Masalıydı.. Geçmişin, mâzinin masalı.


Ressam Hoca Dede;

“Rica etsem güzel kızım, ben ihtiyarcığı yıkayıp gelene kadar sen de rüyadan uyanmadan bize bir sıcak çorba pişirirsen… Allah ne verdiyse evde sofra hazırlayıversen… Döndüğümüzde hep beraber oturuversek evlatcağızım.. Ha ne dersin?”



Gözleri dolmuştu Ayşe Su’nun. Şimdi bir şey daha öğreniyordu ki iyi bir ressam olmak sadece iyi resim yapmak ve büyük galerilerde şık kıyafetler içinde önemli kişileri davet ederek sergi açmak değil, bilâkis yoksullara çaresizlere iyilik etmek ve yemeğini ve giysilerini onlarla paylaşmakmış.


“Elbette… Elbette hazırlarım dedeciğim… dedi. Ressam Hoca Dede’yi uğurladıktan sonra mutfağa koyuldu. Nefis bir tarhana çorbası yaptı. Zeytin, peynir, ekmek ve İncir reçeli de vardı. Hepsini güzel bir tepsinin içine koyup salona getirdi. Kanepeye oturup Ressam Dede’nin odasını, eşyalarına baktı. Her biriyle tek tek konuştu ve onlarla tanıştığına çok çok memnun olduğunu söyledi.


Derken artık uykusu gelmeye başlamıştı. Ne kadar gayret ederse etsin gözlerinin kapanmasına mani olamıyordu artık.


Bir ses ona;

Ayşe… Ayşe… Hadi kızım resim kursuna geç kalıyorsun diye sesleniyordu. Gözlerini açtığında rüyada olduğunu anlamıştı Ayşecik.




İşte böyle çocuklar.


Ressam Dede o gün yoksul ihtiyarla hamamdan döndükten sonra Ayşe Su’ya seslenmiş ama onu görememiş. Salonda dumanı henüz üzerinde tüten mis kokulu bir çorba ile sofra duruyormuş. Gelecekte bu ruhu yaşatacak olan şimdiki zamanın çocukları bu sofrayı unutmasın diye onu bir güzel resmetmiş ve sizlere hediye etmiş.




Üsküdar’ın bütün küçük ressamları onu unutmamışlar ve küçük Ayşe Su büyüdüğünde rüyasını unutmamış çok iyi yürekli bir insan ve de çok başarılı bir ressam olmuş. O da Ressam Hoca Dede’den öğrendiği sırrı bütün öğrencilerine öğretmiş. Bu sır; insana ve eşyaya iyi ve merhametli davranmak ve iyi insan” olmakmış.


Saliha MALHUN












62 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

YUNUS

Comments


bottom of page