top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıaynadakimunzevi

NASIL DA HÜZÜNLE BAKIYOR SÜHEYL HOCA


Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Sanki “emâneti yüklenemeyen dağlara mukabil insana bakıyor. Üsküdar’da eski bir tekkenin hazîresinde metfun ecdâdın ressam ve hattat ervahıyla sohbette gibi seyr ediyor hâfıza nehrinde yeniden âlemi. Mihraptan düşmüş eski bir çini parçasındaki yaprağın, varlığın bu zemberek gibi dönen heyulasında ona fısıldadığı bir sır varmış gibi… Düşen çiniler, silinen hatlar, eskiyen kündekâriler gibi eski ruhlar da bir bir sırlanmışlar eski hazîre ve mezarlıklara.



Nasıl da hüzünle bakıyor Süyelh Hoca...

Belki de eski Havariyyun Kilisesi’nin üzerinden filizlenen medeniyyetin köklerine bakıyor hâlâ. Mihrabdan düşen hatâyinin fısıldadığı sırla bakıyor. Ölümü ve yeniden dirilmeyi dalında, yaprağında taşıyan ağaç ve taş anlayamaz içinde bir kıyamet taşıdığını. Kim bilir kaç defa koltuğunun altında eski tahrîrat defterleri, Dîvanyolu’nun zamanda geri kayıp duran caddesinde Romalı hayaletlerle karşılaşmıştı.



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Belki de sıkılmış o da kul sohbetlerinden. Çünkü ecdâd Roma’nın yaşayış şeklini ve felsefesini değiştirmeye çalışsa da, ruhunu değiştirememiş olmalı ki bir cufut çarşısına dönmüş tekrar şehir ve dünya. Belki de rüzgar esmiş o gün yine… Sahaflarda bulduğu eski yazmalarda okumuş insanı yeniden. Hâfız-ı Kütüb’ü özlemiş belki o gün.



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Belki de Kenanlı yıldızlarla söyleşmiş evvelsi gece. Yûsuf’u, İbrâhim’i ve Mûsa’yı hatırlamış. Bütün defterleri dürmüş, Edirne’yi, Bursa’yı, Konya’yı… Hayâtı ve ölümü birlemiş, önüne koymuş câhil insanın. Cehâletten usanmış!



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Çünkü Rönesans doğmuş bir çağ yangınının ardından! Fâtih’in ruhu sıkılmış kadîm bilgilerin ve arşivlerin o gelmeden şehirden kaçırılmasından. İnsanlık bundan habersiz yaşamış asırlarca. Rönesans varlığı dondurmuş şehri ve düşünceyi dondurmuş, mîmâriyi dondurmuş. Hikmet de donmuş Müslüman coğrafyada. Din ve hayat şuur olmaktan çıkıp şekle dönüşmüş asırlarca.



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Hikmet; gören göze bahşedilmiş. Bir noktada sabit bakan binalardan, gotik ressamlardan sıkılmış hoca. Ahşabın, servinin, sebilin ve kubbelerin kâinat gibi mütemâdiyen dönen seyriyle şuuru harekete geçiren o aklı insanlar yeniden anlasınlar istemiş. Eski nakkâşların hareket hâlinde dönen nakışlarında, Emir Buhâri Türbesi’nin yürüdükçe sonsuzluğa açılan kapısından bu durmak bilmeyen şuur ve deveranı fark etsinler istemiş.



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca.

Şehir gibi, Edirne gibi, Bursa gibi, İstanbul gibi, Kütahya gibi, Konya gibi sınırsız bir letâfetteki uzaklara bakıyor… Uzun bakıyor… O büyük hâtırlayışla okuyor herşeyi.. Okutturuyor…



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Dünyalık verilen bir parmak balın gerçekte zehir olduğunu anlayamadığı için insanlar belki de. Oysa selâtin câmilerin bütün güvercin dolu avlularında aynı kelime yazılı. Şadırvanlardan akan o bestelerde insanı her daim dirilten nedir?


Nasıl da hüzünle bak ıyor Süheyl Hoca...

Bulmuş, görmüş sanırım tecellideki o koyu sırlı rengi. Çözmüş, çözülmüş, şerh etmiş cân dilinde insanı ve şehri.


Biraz da gökleri.


Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Bir anka gibi süzülmüş koca çınar, kendinde kendini dinliyor. Belki bu tenha saatin içindeki göz olmuş kendini görüyor. Ayazmalardan esen rüzgarı dinliyor. Şehri, yedi tepeyi, minareleri, Itrî’yi, Dede Efendi’yi dinliyor. Zuhuratla müjdelenmiş sanki alnı, alnı secdeleri öpmüş, mezar taşlarını, mahfilleri öpmüş. Alnı yerin ve göğün bilgisini izlemiş, alnı bir mahşer yeri!



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Sanki Medîne’de bir kuş ölmüş… Sanki Yemen’den kalkıp gelmiş gibi eski bir ölü.. Sanki Süleyman Tapınağı’na göçen ins ve cinnîn bütün harfleri beynine akmış.. Sanki görmüyor..Hayır görüyor cân verenleri, pervaneleri, ölüp de dirilenleri, berzâh aynalarını, eski lahitleri, ummanları, denizleri görüyor… Uçmak..uçmak değil onunkisi, büsbütün anlamak hayâtı, okumak, şerh etmek Hakk’ı Hak sûretinden.



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Bitmedi yolculuğun kızım senin de bu dünyada diyor. Ummâna akan nehirler kimbilir kaç Leylâ ve Mecnun hikâyesine şahittirler. Geç bunları, köprüleri, hendekleri, yedi denizi geç diyor. Görmek için, bilmek için, anlamak için, yaşamak için sana ikinci bir ömür gerek. Ahşâbın, mermerin, sandukanın, çininin, nergisin ötesini görecek bir göz ve idrak.



Nasıl da hüzünle bakıyor Süheyl Hoca...

Hiç değişmiyor, yok olmuyor, bir çağrı gibi, yakaza gibi, ateş gibi, toprak gibi.

İnsan "Aşk" olmuşsa hiç ölmüyor!

Her ân diri!



Saliha MALHUN



15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

YUNUS

Comments


bottom of page