İnsanlık sadece bu çağda değil, târihin her devrinde kadim literatüre aynı suali sormuştur; İnsanın ve dilin kökeni ne?
Dilin ilâhi ve beşerî ciheti târihçilerden ziyâde, kadim teolojik disiplinin mevzusudur. En azından Doğu ve Batı düşüncesi bu konuda hemfikirdir.
Târih öncesi metinler ve mitolojiler üzerinde düşünürken evvelâ metne yahut sembollere sorulması gereken şudur; Bu metin beşerî mi, yoksa ilâhi mi?
Günümüzde insanın ve dilin kökenine dair târih öncesi tabletler yahut mitolojik hikâyelere sorulan sualler ise tamamen popüler kültüre ve insanların duymayı istediği yönde; Sümerler Türk mü? Namaz kılan heykeller, antik çağdaki uzaylılar, annunakiler vs şeklinde. Misalleri çoğaltmak mümkün.
İşin enteresan tarafı, dilin beşerî cihetini dikkate alanların bütün bu metin ve sembollerde kendi varlık anlayışı ve inanç köklerine ait “ilâhî cihetî” tespit etmeye çalışmaları.
Bütün bu gayretler gerçekten dilin ilâhî cihetini fark edilmişlerce yönlendirilen ve ne yazık ki finans edilen bir takım târihçiler vasıtasıyla toplumların önüne inanacağı ve onunla oyalanacağı bir oyuncak bırakmaktan ibaret.
Evvelâ şunda karar kılmak lâzım; dil, her şeyden evvel “ilâhi” bir tasavvur mudur yoksa “beşerî” bir tasavvur mudur?
Bâbil kulesinde dillerini kaybetmiş insanlığın bugünkü seyrine kadar olan macerada ortaya çıkan bunca eski ve yeni dil manzumesi içinde ilâhi ve beşerî dil tasavvurunu nasıl ayırd edeceğiz?
Antik dönemlere ait eserleri akademik disiplin içinde okuyup değerlendirebilirsiniz, ancak kendi varlık anlayışınıza, insana, tanrıya ve onun insanla konuşup muhatap olduğu o ilâhi dilin damarını bu şekilde tespit edemezsiniz. Bu başka bir şey. Türklerin kökeni şudur budur ön kabulünden sonra başörtüsü de tapınak fahişelerinin kıyafetidir dedirten finansmanlar aslında işin senin anladığın ve algıladığın mânâda olmadığını çok iyi biliyorlar.
Beşerî tasavvurlar içinden bakıldığında da ilâhî olana en yakın olanı tespit etmeniz nasıl olacaktır? Bu anlama ve kavrama modelini nasıl var edebilirsiniz?
Evet, işin doğrusu ârifler antik dönemdeki inisiye rahipleri de dâhil, kaybolduğu sanılan yahut bilinmeyen o dili müteselsilen bir damardan takip ediyorlardı.
Yaratıcının Adem’e öğrettiği dil….
Allah insana eşyânın isimlerini öğretti.
Allah’ın nurunun ilk peygamberden Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar müteselsilen devam eden “nur” olarak ifâde edilen bu “anlayış” eğer o ilâhî dil ise, bu dilin yeryüzünden hiç kaybolmadığı açıktır.
Günümüzde filoloji kürsüleri, Tevrat kaynaklarının, aşırılıklarından dolayı Tanrının gazabına uğrayarak dillerini kaybeden milletlerin kendilerince yeni bir dil inşâ gayretlerini tespit ile meşguller. Bu konuşulan lisanlar üzerinden tabii bir seyr olarak kabul edebiliriz.
Ancak bizim varlık anlayışımızda bahsedilen dilin “ilâhî” ciheti akademik tezler üzerinden takip edilen bir dil değil, velâyet sırrı yani ilâhi sırlara haiz olanların şehadet âleminin ötesinde bir mânâda konuştukları dildir. Sırların sırrına ait bu dil devam etmektedir.
Bâtıl Batı kürsülerde beşerî diller ve onlara ait hikâyeleri insanlığın önüne yem olarak atarken, kendileri de ilâhî olana zıt, ancak yine beşerî olmayan bir dilin yani “karabüyünün” lisanıyla insanlık târihini okuyor ve kendilerince şeytânî, masonik disiplin içinde inisiye oluyorlar.
İşin tehlikeli tarafı da burada. Sizin beşerî bir dille anlamaya çalıştığınız, antik şehirleri, tabletleri, hiyeroglifleri onlar kadim şeytâniyetin dili ve inisiyesi ile okuyor ve dünyaya yön veriyorlar. Göbekli Tepelerdeki şeytani ayinlerden Çatal Höyüklerde bulunan ana tanrıça heykelleri önüne fecc fevc koşan Avrupa paganlarının bu cehdi gösteriyor ki UNESCO dahî dünyada eğitim, bilim, mimari ve düşünceyi korumanın değil, bunu Tanrı gibi tek elde tutmanın ve batınında dünyanın her yerinde gömülmüş eski şeytani pagan tapınaklarının yerini tespit ederek tekrar o inancı ve nizamı hâkim kılmak isteyen şeytani bir planın payandasıdır.
Bin asır Anadolu’yu mayalayan anlayış, Yusuf Has Hacip’e o kadim TÖRE’yı yazdıran dil, hiç kuşku yok ki Hoca Ahmed Yesevî’nin velâyet sırrında parlayarak binlerce yıl bu topraklara yeniden ışık saçtı.
O dil İbn'ül Arabî, Sadreddin Konevî ve onun damarını takip eden Osmanlı’nın ilk müderrisi Davud-i Kayserî'nin anlayışında mevcut.
Eşyâyı okumak, tabletlerdeki sembol ve dilleri çözmekle değil, "velâyet" sırrına ermişlerin anlayışını kavramakla ve o iklimde izleri takip etmekle mümkün görünüyor.
Aksi takdirde, namaz kılan Sümerli hacılar, Tevrat dışındaki ilâhi dini ve dili kabul etmeyenlerce yazılmış, “Tarihin Kökeni Sümer” gibi tarihi parçalayıcı sahtekârlıklara inanmakta tereddüt etmezsin.
Kadirşinaslıkla efendim.
Saliha MALHUN
Hâşiye; Videoda duyduğunuz şey epik şiirin açılış dizelerinin bir kısmının uzun saplı, üç telli ‘gish-gu-di’ olarak bilinen Sümer kopuzu eşliğinde seslendirilmiş hâli. Enstrüman sol – sol – re notalarına göre akortlanıyor. Videonun çekildiği yer Nebukadnezar’ın Babil’deki sarayının avlusu.
Comments