Biz, bugün, ne dünya ruznâmesinde "İslâm" algısını temsil eden Suud Vehhâbiliğini ve bunun neticesi olarak Hizbullah ve Işıd'i temsil ediyoruz ne de ağızlarında oryantalist bir sakız gibi çiğnemekten tangur tungur ses çıkaran atalar kültü, tanrılar bilmem neyi, şamanist büyücülüğünü temsil eden bir Türklük anlayışından geliyoruz.
Arap düşüncesinin İslâmiyeti ve Müslümanlığı bugün ne hâle getirip, hangi hüviyete soktuğu çok bâriz ortada iken, binlerce sene kendi kadim TÖRE anlayışı içinde yeniden bir medeniyyet tasavvur edebilecek yüksek anlayışla Müslümanlığı en yüksek mânâda temsil eden Türk Müslümanlığı birbirinden ayrılmaz bir ruhtur!
Kendi Müslüman coğrafyasında birbirine sırtını dönmüş, hatta birbirinin kanını içen yahut, içilen kanı seyreden kanlı Ortadoğu coğrafyası yine en sahîh Müslümanlığı dört yüzyıl Osmanlı Türkleri hâkimiyetinde iken yaşamışlardı.
Efendiler!
Marifet, Allah'ın bizzat o kavmin dili ile vahye muhatap kıldığı bir kavim ve ümmet olmak değil, bahşedilen kıymeti değerlendirip, onu en iyi anlama ve kavrama modeli içimde âleme nizam verecek, insanlığa faydalı olacak bir medeniyet tasavvuru hâline getirebilmektir!
Öyle olsaydı, bugün tahrif edilmiş dînlere mensup milletleri de bu mutlak kıymet veriş içinde değerlendirmemiz gerekirdi.
Türklerin kadim TÖRE anlayışı ve tecrübesi işte bunu yapmıştır. Varlığın birliği iksiri içinde Müslümanlığı bir devlet sistemi kalıbına oturtan Türkler, İslâmiyet'i kabul eder etmez derhal bunun çalışmasını yaparak TÖRE ve Devlet anlayışını bu kalıp içerisinde güncellemişlerdir.
Bugün, ırkçılık, atalar kültü, şamanizm olarak yaftalanan kadim Türklük ve Töre anlayışı, Karahanlılar döneminde Karahanlı hükümdarı Tabgaç Uluğ Buğra Kara Hân'nın bizzat isteği üzerine, devrin en KUTLU kişilerinden Has Haciplik makâmındaki Balasagunlu Yusuf Has Hacip'e yazdırılmıştır.
Yusuf Has Hacip'in, Türklerin Müslümanlığı kabulünden henüz yüz sene bile geçmemişken, eserde anlattığı Türklüğe ait KUT ve TÖRE gibi kavramlar elli-yüz senelik bir din tecrübesi değil, on bin yıllık kadim bir tecrübenin anlayışıdır.
Kendine ait târihi ve çok hayran olduğu ecdâdının Müslümanlığı anlama ve kavrama modelini tanıyıp bilmeden, günün kendine hayrı kalmamış ve güya Hazret-i Muhammed'in Ümmeti olmayı temsil ettiğini zanneden selefî, eş'ari ve müceddîdi anlayışı bu millete ve devlete İslâm ve Müslümanlık modeli olarak dayatmak cinnetten başka bir şey değildir!
Bu anlayışın müntesipleri, ya yüzyıllardır Anadolu'yu ve medreseleri kanserleştiren bu anlayışla Türklük kavramını zındıklık imiş gibi bir ezberle düşman olup muarız oluyorlar, yahut dış mihrakların güdümünde ve hizmetinde olarak, Türk Devletini zayıflatmak ve Türklüğün bu cihânşümul modelini yeryüzünden tamamen silmek için devşirdiği "İslamcılık" kisvesi altında, Müslüman milletin akaid hassasiyetini istismar ederek her ortamda sinsice muhaliflik yapıyorlar.
Birinci anlayışı biz mazur görüyor, bu sebeple bu ülkenin evlâtlarına kendi târih ve Müslümanlık anlayışlarını bizzat KUTADGU BİLİG gibi en sahih kaynaklarını okutarak, orada ifâde edilen kavramların analizini yaparak anlatıyoruz.
İkinci ve asıl tehlikeli muarızlarla olan mücadelemiz de kendi içinde bir kaç cepheyi içeriyor.
Bizzat İSLÂM değil, selefî, eş'ari, müceddîdi, vehhâbî ve gizli şia olarak varlık gösteren, ancak İslâm gibi büyük bir kisveye girince mutlak doğru olarak kabul görebilen anlayışın, yine oryantalist ve masonik mahfillerce hüviyetinden uzaklaştırılmış, Müslümanlık karşıtı bir şamanist, atalar kültü dinini güya kadim Türk inancını ve yaşayışını temsil ediyormuş gibi kendi aralarında sahte bir muarızlaşma ile karşı karşıyayız.
İslâm olmayan İslâmcılığın, Türk olmayan Türklük ile olan bu sahte zıtlaşmasında asıl hedef ve mağdur; gerçek ve sahîh Müslümanlık ile gerçek Türklük anlayışını bilmeyen ve tanımayan Müslüman Türk evlâtlarıdır!
Böylesine bulanık bir ortamda bizim ağzımızdan çıkan her Türk ve Türklük kelimesini bize "ırkçı" olarak yaftalayan ezberci şuursuzlar, bilerek bizi sindirmeye çalışan iribaş İslâmcı ve masonik mahfiller var!
Geçmişte bir deli gömleği ve cinnete dönüşen bu zıtlaşma üslûbunu bu yüzyılda bizimle de sürdürmek isteyen kartlaşmış anlayışa deriz ki; bu yüzyılda, bu üslûp ve muarızlaşmalarınız belki kendi devirinizin muhataplarında bir karşılık bulmuştur ancak inanın bizim nazarımızda sinek vızıltısından öteye gitmemektedir.
Bu kabil sataşma ve tepiniş içinde olanlara sadece gülümseyip geçiyoruz. Zîra bizi sindirip, utandırıp, geri çekileceğimizi zanneden bu mahfillerin kalem, üslûp ve irfan fukaralığı karşısında kalem fiskelerimizi de çoğunlukla hocalarımızdan çekindiğimiz için vurmuyoruz. Zîrâ, zavallı muhatabını minik kalem fiskeleriyle vura vura can almanın, çocukların hamuruyla oynama zevki olduğunu, münevverin vaktini ve enerjisini sadece "hikmeti ve bilgiyi" ortaya koymaya ayırabileceğini, bununla mükellef olduğunu biliyoruz. Hülâsa; kalemşörlük etmek, muarızını kalem fiskeleri ile öldürmeyi zevk etmek terbiyemiz dışındadır.
Ancak bizim edebimiz de istismar edilmeye!
Türk denilince "ırkçılık, milliyetçilik", Kürt denilince "demokratlık" söylemleri ile karşımızda zekâ şovları yapmaya cüret eden gâfil ne nâdanların da maskelerini indirip, iflâhını sökmesini, süründürmesini biliriz!
Bütün bu tepiniş ve karalamalar gösteriyor ki; Türk Müslümanlığı yeniden anlaşılıp güncellenmesi gereken hayâti bir konudur.
Bizi okuyan gençlerin dikkatini dağıtmamak içün, devri geçmiş ırkçı mırkçı sataşmalarını, masonik mahfillerin atalar kültü panteonu göndermelerini ve kırk yamalı aba içindeki İslâm anlayışı ile "ümmetçilik" kılıfı altında Türklüğü lüzumsuz bir kavimcilik ve ayrıştırma sembolü gösterenleri, ezber olarak da Mukaddes "veda hutbesi"ni istismar olarak önümüze koyanları ya sayfamızdan engelliyor yahut ortaya koyduğumuz hakikatleri sabote edici yorumlarını siliyoruz.
Bizim muhatabımız; bu toprakların aslı nesli belli Oğuz Türkleri'nin torunları ve vârisleri olan Müslüman Türk evlâtlarıdır.
Devlet, bütün kurumları ile yeniden "Maturudi-Hanefi-Yesevî" anlayışı ve kavrama modeli içinde eriyene kadar yazmaya devam edeceğiz.
Kadirşinaslıkla efendim.
Saliha MALHUN
Comments