top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıaynadakimunzevi

HÂLÂ ANLAYAMADIK MI? KUŞATMADAN DEĞİL, TÖRE’SİZLİKTEN ÇÜRÜYORUZ!



Tahammülü zor bir zaman sürecinden geçiyoruz. İnsanların bağlı bulundukları parti, fikir ve hizblerde dünya ve ukba görüşü ne olursa olsun içinde vatan ve millet kaygısı taşıyanlarca ortak bir yılgınlığa dönüşmüş durumda. Bizim en çok tenkid ettiğimiz devletin ve belediyelerin kültür politikaları ortada. Devletin başı dahî “kültürde iktidar olamadık” diye sîne döverken ilçe ve şehir belediyelerinin kültüre dair yapıp ettikleri katliamlar, liyakatsizlik ve cehalette ısrar ve önü alınmaz hırs savaşı olarak önümüzdedir! Peki bunun müsebbibi kim? Toplumumuzun aklını kemiren, cemiyet olarak bütün kurumlarımızın ahlâkını çürüten bir hastalık var, evvelâ bunu teşhis etmemiz lâzım ki, ardından hastalığın dermanını da arayabilelim. Bugün ülke ve dünya ruznamesini meşgul eden mes’eleler, parti-pırtı, hükümet-muhalefet zemininden bakınca hastalığın mahiyetini tespit etmek zor. Ancak bu çürümüşlüğü tespit etmek için mes’elenin kökenine bakmamız icâb ediyor. Yusuf Has Hacip, ünlü eseri Kutadgu Bilig’de mes’elenin özüne şöyle bakıyor. Eserin kahramanlarından Hikmet’i temsil eden Odgurmış, Devlet’i yani TÖRE’yi temsil eden Kündogdı’ya şu şekilde nasihatte bulunuyor; "Könilik üçün Tengri tikti sini/ Köni bol, könilik öze tur kanı" (Tanrı seni adalet için buraya dikti. O halde, âdil ol; senin için adâlet üzerinde durmak esastır.) "Ukuş birle işle kamug işlerig/Havaka basıgma köngül tut tirig (Bütün işlerini anlayış ve akl-ı selimle yap. Gönlünü diri tut, sakın heveslerine mağlub olma.) "Bagırsak bolun barça bodunung öze/Törü kıl uluğka, kiçigke, tüze) (Küçük büyük herkese eşit olarak Töre’yle bak, muamele et. Kavmin işlerine bakarken merhamette bulun.) Çünki Töre’nin sahibi; OGAN; Kadir-i Mutlak ve KÖNİ; Âdil olan Tanrı’dır.) Bizim çürümüşlüğümüz burada başlıyor işte! Kendimizi ; TÖRE'mizi bilemeyişimiz ve tanımayışımızdan! Bizim Kutadgu Bilig ve Yusuf Has Hacip’ten anladığımız nedir? Evvelâ buna bir bakmamız lâzım. Bu ülkenin evlâdı kendi özüne ve medeniyetine dair eserleri hangi gözlükle okuyabilmektedir? Üniversitelerin kürsülerini işgal eden daima Batı’nın bilim ve terminolojisine zebun olmuş anlayış mı bu ufku açabildi ve açabilecek önümüze?


Tarih ve Türkoloji bölümlerinin bu konudaki maşeri tezleri bir senedir önümde ve ben hayretle bir ihaneti müşahade etmekteyim. Sanki bu kadar Türk üniversitesi kendi özüne ait ve adına TÖRE denilen o kristal üsareyi, kendine ait o özü karalamak, görünmez kılmak ve hatta yok etmek için ant içmiş! Sâmiha Anne’nin Fâtih Devri’ni anlatan eserini aylarca gözyaşları içinde okudum. Türk’ün Fetih Rönesans’ının izlerini şehirlerimin harabelerinde, Tanpınar’ın “taşlarda gülen rüyasında” ve Yahya Kemâl’in “ufukları” kurcalayan bakışlarında görüp büsbütün ye’se düştüm! Dünya efsanelerinin hepsi yalan! Asıl kayıp olan Atlantis filan değil biziz! Dante en kötü oyununu bizim için yazmış; o lanetli Bâbil Kule’sine hapsedilen, dilleri birbirinden koparılan, coğrafyası, târihi, dîni ve târihi talan edilen o ülke ve millet biziz biz! Mevlâna’nın ülkesinde ayna bin parçaya bölünmüş, her bir parçada ayrı bir kimlikle kendine düşman edilmiş! Çin’den maçin’e, Selânik’ten Türksitan’a kadar zulmün adı aynı; Türk düşmanlığı! Sadece Batı mı? Kaç yüzyıldır Müslüman olduğu halde bizi her fırsatta Yusuf’un kuyusuna atan Acem ve Arap kardeşlerimizin içindeki o habasetin temeli ne dersiniz? Bir zamanlar halklarımız olmuş o mazlum ve masum milletlerin özüne zerk edilen kadim zehrin nereden ve nasıl imal edildiğini bilmeden, tespit etmeden kaç yüzyıl daha ateş çemberi içinde mintanımız yana yana koruyacağız onları? Yusuf Has Hacip’in eserindeki kadim TÖRE ve bilgelik, dünya ruznamesinde tamamen takdir görülmek istense, İran ve Arap coğrafyası ümmetin ve insanlığın selâmeti içün o kadim kibrini bırakıp Türk’ün TÖRE’sine tâbi olabilecekler midir? Bunu fehmedemeyen yerli oryantalistler, üstelikte Türkoloji kürsülerini işgal eden o kelli felliler daha ne zamana kadar sırf Farsça eser verdi diye Türk irfanının ve aklının kristal üsaresini aceme ve Farsa mâl edecekler? Hem de hiçbir utanma ve vicdan acısı cekmeden! Yusuf Has Hacip’ten evvel Maturîdî’yi, Farâbî’yi, İbn-i Sînâ’yı tanıyıp anlaması gerekiyor bu ülkenin evlâtlarının? hakları değil mi? Hani? Nerede? Günde beş öğün ekranlardan ve selâtin câmilerin kürsülerinden tekfir edilen, lanetlenen o bilgelik geleneğinin üstadları ne vakit ufkuna ve kültür politikasına girecek bu ülkenin milli tedrisatının? Bu galiz küfürlerin ve düşmanlığın önünü kim kesecek? Hepsinden hazini, kimi Batı’nın oryantalist üstadlarını kendine mürşit edinmiş, kimi Frida'nın bıyığı ve Virjinya Woolf ile kafayı bozmuş, kimisi de acem ferzandı ve Arap düşüncesini kendisine ülkü edinmiş şu meydandaki kültür merkezlerinde gece gündüz etkinlik cümbüşü içinde sermest zavallı Türk entelijansiyasının böyle bir dünyası ve ufku var mı? Kendi varlık özüne bu kadar düşman, kendi adından, kimliğinden varlık anlayışına bu kadar bigâne ve ona düşman bir millet dünyanın ve evrenin öte bucağında, kara deliklerinde aransa acaba bulabilecek midir? Kanla ve gözyaşı ile yoğrulu bir coğrafyanın kalbi mühürlü, gözleri kör! Çünkü o gözler ışığını Ahmet Yesevî’nin ışığından alıyordu, o KUT/LU fütuhat medeniyetinde. Oy torbasını doldurmak için palavra sıkan malûm siyasetçiye hatırlatılacak asıl berat, asıl kandilin bu öz olduğunu hatırlatmak isteriz. Eğer o beratı ve kandili lâyıkı ile elimizde tutabilse idik Vâni Efendiler, Kadızâdeliler kaç yüzyıl gülsima padişahların kanına girip bu devletin temeline taassup ateşi ile yangın yerine çeviremezlerdi!

Şu hâlimize bir bakın! Bu aklını İslam fıkhı ile bozmuş, kızının kaşını almasını kontrol edecek kadar sapık bir ahlaksızlığı din diye bu milletin akaidine şırınga eden bu din adamı bozuntularının, Anadolu ve Balkanları fütuhat ruhu ile yoğuran Yesevî dervişleri ile alıp veremedikleri nedir?

Niçin bu denli düşmanlar, kendileri de anlayabiliyorlar mı? Bu ülke ve topraklar mikrobu mütemadiyen kendi bünyesinden üretiyor! Kendine, özüne düşman olmasından üretiyor! Fetö denilen yüz binlerce mikrobu nasıl üretti bu bünye anlayabilen var mı? Fetö bitse başka bir cemaat ile bir anda yüzbinlerce hain üretebilecek bir hastalık türü dünyanın başka neresinde, hangi ülkesinde vardır? Çünkü anlaşılmıyor, Türk’ün varlık anlayışına düşman kadim deccaliyet bu milletin ve ümmetin içinde onu kendi kendini ifsad edecek mikrobu çoktan keşfetmiş ve kaç yüzyıldır da durmadan damarlarına pompalamaktadır. Şu youtube’deki cemaatleri, hoca efendileri, güya fikir adamlarını dikkatle takip edin. Vehhabilerle kolkola bir takım tarikatların Avrupa ve Amerika’da haçlılarla kol kola görülmesi hayret verici değil midir? Şimdi anlaşılabiliyor mu ülkenin günlük tahrîratındaki ve gündemindeki tımarhanelik haller! Saçmalamalar, tozu dumana katmalar, göz gözü görememeler!. Devlet, kendi içinde büyüttüğü bu kanserli cemaat ve hizbleri temizlemekten imanı gevremiş görünüyor. Ekranlar mütemadiyen bir üfürük merkezi. Bu millete sürekli olarak din ve dil anlayış, akaid, siyaset üfürülüyor. Milletin kalbi, beyni, varlığı bin parçaya bölünmüş halde! Bu keşmekeşte birde seçimlere, siyâsete soyunuluyor!

Bütün partilerin hâli içler acısı! Kadim töresinden aklında kalan birkaç cümle ile de yola çıkmayı ihmal etmiyor; "Hakk için halka HİZMET!" Hadi ordan! Şu belediyelerde bir tane bile ülkesine hizmet etmek isteyen, gözünü hırs bürümemiş, arkanı döndüğün anda seni satmayan bir tek insan ile bile karşılaşmadım! Her biri bir vahşet sürüsü! O parti gitmiş bu parti gelmiş ne fark edecek? Çünkü özünde insanın varlık anlayışındaki o bozulma düzelmediği, kendini tanımadığı, bilmediği sürece bu tımarhanelik cinnet devam edecektir. Haçlı zihniyetini temsil eden o damar fark edilmeden ve kurutulmadan bu ülke hiçbir seçimde düzelemez! Her fırsatta on bin senelik devlet TÖRE’sine ve din anlayışına saldıran eş’ari, müceddidi damar bu ülkenin mafsallarından ve günlük tahrirattan çekilmeden, temizlenmeden bu ülke selâmet bulamaz! Ekranlardaki dizilerde cinayetlerin ve vahşetin temelinin TÖRE kavramı ile kodlamaktan vazgeçmedikçe bu millet asıl hüviyetine dönemez! Medeniyet bakiyemiz eş’ari, müceddidi din adamı ve sözde aydınlar tarafından tekfir edilip, üzerinde tepinildikçe sahipsiz kalan bu değerlerin sırtlan sürüleri tarafından kapıp kaçırılması mukadder değil midir? Yok Karagöz’üm çalındı, musikim şöyle talan edildi diye dövünmenin mânâsı var mı? Ne kadar Araplaşırsa o kadar Müslüman olacağını sanan kitlelere bu fikri veren kim? T.R.T Kurumu Kur’an okuma yarışmalarında bangır bangır Arap ağzında neden ısrarlı? Daha bir asır evvelki İstanbul Çelebiileri’nin okuduğu o Türk üslûbu ve ağzı neden siliniyor hafızalardan ve hançeremizden? Senelerce evliya filmlerinde ve neşriyatlarında müziğe haram, medeniyete, mimariye, tezyinata, Türk-İslâm san’atına bid’at, belâ gözüyle bakan televizyonlar, holdingler nasıl bir mikrop üretiyorlar, farkına varan var mı? Hülâsa bu millet mikrobunu kendi bünyesinden, anlayış(sızlığından) üretmektedir. Kendine düşmanlığından. Kendi diline, dinine, medeniyetine olan düşmanlığından. Dışta düşman aramaya ne hacet, asıl içimize doğru suçluyuz biz! Bizim asıl derdimiz kayıp kıta olan TÖRE’ mize kavuşamamızdan! Bu coğrafyada Dante’nin lânetli Babil kulesine hapsedilmiş olmamızdan! Bu oyunu ve hipnozu bozacak olan da yine kendisi. Ne ki kendi özüne ait kaynakları doğru şekilde okuyup anlayabilirse. KUTADGU BİLİG, de özünde bütün dünyaya nizâm-ı âlem ülküsünü getirecek KUT ve TÖRE bilgisini bulundurmaktadır. UNESCO bu eseri sıkıp özündeki üsareyi gözümüzün önünde çalıp çırpmadan sahip çıkılmalıdır! Elverir ki derdimizi ve dermanını bu eserin özünde keşfedip şifâ bulabilelim. Saliha MALHUN

35 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

YUNUS

Comments


bottom of page