Bu yüzü tanıyorum ben... Hâfızamın derinliklerinde dolaşmasına izin verdiğim günden beri farklı bir dilden söyleşiyoruz onunla. Alındaki çizgiler yüreğime diken gibi batsa da bu hüznü anlıyorum. Belli ki ufuklar tutuşmuş yine seyrine daldığı âlemde. “Ne içinde ne de dışında” olduğu bir zamânın “abasız-postsuz” dervişi bu ıstırâbı kimden devr almıştı dersiniz?
Yahya Kemâl’i çocukluğumdan beri sevmeme rağmen hep Tanpınar çocuğu oldum ben! Göğe el açmış çınarların gölgesinde fetîh rüyaları gören bir yakaza olmaktansa, ufukların tutuştuğu demlerde gizlice ağlamayı tercih ettim.
Tanpınar çocuğuydum ben... Belki de Müslüman sükûnetinin sindiği şehirlerde ve kuytularda üstâdım Tanpınar gibi “Ezansız Semtleri” anlatan büyük şairin sözleri bir hüzün bulutu gibi çökmüştü bütün ömrüme.
Mısralarından bütün bir milletin hâfızasına akan esrâr ve bu esrârın baktığım her bulutu ipekleştirmesi de belki bu yüzdendi. Belki de ben bir rüya tutulması yaşıyordum. Yakaza aynasında beni yakalayan Tanpınar’ın, toprakta kaybolmayan, zamânın dışına kaçmayan rüyasının cinnetine ve hummasına tutulmuştum belki de!
Öyle olmasa “Beş Şehrin” taşlarda gülen rüyasında bir belirip bir kaybolur muydu hâfızam? “Ezansız Semtler'den” sızan bu hüzün bir vasiyetti üstâdı Yahya Kemâl’den Tanpınar’a. Zira o gezdiği şehirlerde toza batmış bir medeniyyetin köklerini aramaya durmuş ve eşyânın hâfızasını emmeye koyulmuştu.
Hicapsız betonların yükseldiği bulvarlarda geçmişinin izlerini arıyordu. Kılıçları, kargıları, yazıtları, mezar taşlarını, hatları, kûfi ve sülüsleri, çinilerin tek tek dinlemiş, eşyânın hâfızasını imbikten süzerek yazmıştı. Koca bir asrı sığdırabildiği kitabın girizgâhı bile yakaza gibi parlayıp sönüyordu okurunun beyninde!
Büyük bir mustaripti o. Ama insanlar ona “kırtıpil” dedikleri için değil… Bütün başarısızlığı kendi kabiliyetsizliğinde arayan bir âhir zaman garibinin yazı dünyasının kabalığını dert edecek bir ufku ve gönlü olmazdı şüphesiz. Onu bir ömür hüzne gark eden üstâdının ona miras bıraktığı "Ezansız Semtlerin" gölgesinin göğe vurmadığı kubbeleriydi. Şöyle diyordu Tanpınar;
“ Bizden evvelki nesiller gibi bizim neslimiz de bu değerlere şimdi medeniyet değişmesi dediğimiz, bütün yaşama ümitlerimizin bağlı olduğu uzun ve sarsıcı tecrübenin bizi getirdiği sert dönemeçlerden baktı. Yüz elli senedir hep onun uçurumlarına sarktık.”
Senelerdir bize okuttukları kitaplarda Köktürkleri ve Uygurları, Peçenekler ve Selçukluları ne kadar tanıdık ki biz? Bir uçurumdan bakar gibi nüfus cüzdanında mensubiyeti “Türk” ancak yüzü Batı’ya çevrilmiş bir ifrit yuvasıydık!
Tanpınar çocuğuydum ben.. Mütehammil yaşların gözlerimden yüreğime aktığı “Ezansız Semtler’in" hüznü ruhundan ruhuma akmıştı...
Üstâdım TANPINAR gibi nazlı bir gam taşıyordum gönlümde.
Bu gâm bize bir görevdi “Ezansız Semtlerin” ayazından.
Rumeli Kabristanlığı'nda, uhrevî ve gök çekimli bir sâlânın çargâh gölgesinde baş başa uyuyanlara rahmet niyâzıyla…
Saliha MALHUN
Comments