Eğer bir kısmımız bu dünyadan ebediyyen gidip, bir kısmımız kalmış olsaydık bu dünya çekilmez bir zindan olurdu.
Oysa nefeslerimiz sayılı, yolcuyuz ve misafiriz. Ne zaman, hangi halde Rabbimize döneceğiz şimdilik meçhul.
Bu dünyada sahip olduğumuz tek varlığımız dimağımız.
Bunu ilk defa, ilk gençlik yıllarımın kadim dostu Panait Istırati'nin Angel Dayı'sını okuyunca anlamıştım.
Ne güzeldir Balkanların bu güzel çocuğu. Hayatı anlama çabasıyla geçmiş antik bir Mikenli gibi gelir bana.
Antik Roma Medeniyetinin üzerinde tepinen Cermen kavimlerinin karanlık ve vahşetinden mustarip kalan san'atçılarının Rönesans'tan çok önceki hikâyeleri oldukça acıklıdır aslında.
Yıkılan mabet, su kemeri ve saray kalıntılarından yapılmış harabelerde dolaşan san'atçılar, tekrar o kalıntılar üzerinden bir medeniyet tasavvur etmek istemişlerse de bağnaz düzen tarafından anlaşılmamış, reddedilmiş, ve acıklı sonlarla bitmişti hikâyeleri. Giotto'dan, Vasari'den, Michelangelo'dan ve Titian'dan evvel anlaşılması gerekenler onlardır kanımca.
İşte Panait de öyle gelir bana. Macar Urban Usta gibi, Mihâil Gâzi gibi kadim olanı keşfetmede genetik hâfızayı taşıyan göze gibidirler.
"İnsan olmak ve hayatı hayvanlardan daha az anlamak ne hazin şey." derken sanki dün bugün ve geleceği "insan" olmak ve "kalabilmekte" mecz eder.
Kodin ve Pelmutler Ailesi, Akdeniz ve Minka Abla...
Ne garip, Sefiiler'in Jan Valjan'ından ziyâde Mösyö Miryel'i ve Küçük Jerve'si yüreğimde en fazla iz bırakan kahramanlardı.
Panait.. O kadar tatlı yazmış ki onun her kahramanı bana çok özel gelirdi.
Fotoğrafını ilk gördüğümde Peyâmi Safâ'mıza benzetmiştim. Ama Panait farklıydı. O, insan ruhuna açılan kapıları psikoloji kitaplarından değil, bizzat kendi yoksul hayatının içinde yaşamış ve gezdiği eski Osmanlı bakiyesi topraklarda âdeta "insanı" aramış ve zannediyorum bulmuştu da...
Yazarlık, esasında oturup kelimeleri art arda dizerek metinler uzatmak değildir. Kelimelerin yazarı seçmesidir bir bakıma da.. Hangi kelime seni seçerse sen ona yürürsün.
Daha doğrusu yürütülürsün...
Yürütülmüş bu bakımdan Panait, gezdirilmiş, seyr ü sefer ettirilmiş bu âlemde...
Söz ne çok uzadı...
Oysa "ölümü ve hayatı" Süheyl Ünver Hocamızın sözleriyle özetlemiş ve odama başucuma asmıştım ben;
“Saate bak, boş vakit geçirme! Daima çalış! Sana hakim olan kudreti unutma… Ömrün bir saattir; sen onu çalışmakla geçir! Saatin çalışı vakti bildirmek için değildir, onun sesi sana ömrünün boş geçtiğini hatırlatır”
Bu dünyada "dimağımızdan" başka hiç bir şeyimizin sâhibi değiliz. Kostüm gibi canımıza giydirilmiş şu nazik bedenlerimiz de buna dâhil...
Dünyada bırakacağımız tek şey; insanların kalbinde bıraktığımız iz, insanlara yaşattığımız iyi-kötü duygular ve insanlığa hizmettir.
Gerisi fâni...
Türklüğün zaman duvarına kazığı hakikatte gizli her şey;
"İnsanoğlu ölümlü kılınmıştır, zamanı Tanrı yaşar!"
Kadirşinaslıkla efendim.
Saliha MALHUN
Comentarios