Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler ve Sanatsever Hâzirûn,
Türk Edebiyatı Vakfı ve Dergisi'nin Ellinci Yılı için düzenlediğimiz Muhterem Ahmet Kabaklı Hoca'yı yâd etme programımıza hoş geldiniz. Bütün misafirlerimizi saygı ile selamlıyorum.
Ahmet Kabaklı Hoca, bugün Topkapı Sarayı'nda bulunan kaşıkçı elması gibi çok az bulunan nadide bir irfan hazinesi, Türk insanıdır.
Eğer Türk Edebiyatı Dergisi ile küçük yaşta tanışmamış olsaydım, şahsım adına bugün burada olmaz ve size bu konuşmayı yapamazdım.
Türk Edebiyatı Dergisi bizim hayatımızın yönünü değiştirdi. Batı'ya zebun bir kültür dünyası içinde yüzümüzü kendi öz irfanımıza ve medeniyetimize çevirdi.
Hangi ummandan gelip sizlere Ahmet Kabaklı Hoca'yı anlatacağımı emin olun bilmiyorum. Altı yaşından beri okuyup yazan bir insanım. Bir çok yazar, fikir adamı tanıdım. Fakat bu yaşa kadar tanıdıklarım içinde Ahmet Kabaklı Hoca'nın üzerinde bir şahsiyet emin olun göremedim.
Bunu her cihetten ifade edebilirim.
Aklı selimde ifade edebilirim. Kalbi selimde ifade edebilirim. Zevk-i selimde de ifade edebilirim.
Fakat bugün sizlere çocuk dünyamdan başlamak üzere Kabaklı Hoca ve Türk Edebiyatı Dergisi'nin üzerimdeki tesirinden bahsetmek istiyorum.
Kabaklı Hoca'yı Türk Edebiyatı Dergisi'nin düzenlemiş olduğu İstanbul konulu liseler arası şiir yarışmasında aldığım ödül vesilesi ile tanıdım. İşin garip yanı o zaman biz Erzurum'da oturuyorduk ve ben daha önce İstanbul'u hiç görmemiştim. Kendisini de ödülümü almak için gittiğimde tanıdım. Beni büyük bir şaire imişim gibi karşılamış, Sultanahmet Köftecisi'ne götürmüştü. Oradan Piyer Loti'ye çıkmış ve sohbet etmiştik. Hayatımda daha önce onun gibi bir insanla karşılaşmamıştım. Diyebilirim ki 17 yaşındaki bir çocuğun gözünden bakılınca kanatları görünmeyen yüce bir melek gibiydi.
Ne mutlu bana ki, bugün burada, hamiyetli, o çocuğa söz hakkı verecek kadar mütevazı, bizi kalem erbabı kabul edecek kadar erdemli ve dost hocalarımla, büyüklerimle beraberim ve huzurlarınızdayım.
Bilhassa Servet Kabaklı Hocamızın tıpkı Ahmet Kabaklı Hocamız gibi kucaklayıcı tavrı olmasaydı belki de bugün bu programı tertip edemeyecektik. Bu vesile ile bu iki hamiyetperver kurumu Türk Edebiyatı Vakfı ve Keçiören Belediyesini kadirşinaslıklarından dolayı bir kez daha teşekkürlerimi arz ediyorum.
Bugün sormamız gereken sual şudur;
Ahmet Kabaklı Hoca bu topluma ne verdi ki, kendisinden sonra gelen kuşaklar onu böylesine yüksek anışlarla yâd ediyor?
Benim Kabaklı Hoca'da müşahede ettiğim ilk hakîkat tıpkı Yahya Kemâl'de olduğu gibi ilk öğretmen olan Anneden alınan Üveysî terbiye, hikmet ve irfan mayası.
Her insan annesini sever çünkü varlıkla buluşması anneden kaynaklanıyor. Allah'ın rahim sıfatı evvela anne üzerinden kendini ifade ediyor.
Ancak görüyoruz ki bu irfan bilgisi sadece Kabaklı Hoca'da değil, bütün Kabaklı ailesinde nerede ise duyguda ve şefkatte bir aile geleneği olarak devam ediyor.
Kabaklı ailesi ve Türk Edebiyatı Dergisi ocağından gelen hocalarımız bugün dahi o kurucu aklın takipçisi olarak hizmetlerine devam ediyorlar.
İkinci sual şudur;
Ahmet Kabaklı Hoca, Türk Edebiyatı Dergisi'nden yetişmiş bizim kuşak üzerinde manevi olarak niçin hâlâ etkin bir fonksiyon icrâ ediyor?
Kendi adıma cevap şu ki; biz hâlâ onun bize vermeye gayret ettiği misyon, kalem mes'uliyeti ve haysiyeti ülküsünden kendimize bir yol bulmaya çalışıyoruz.
Ben bir münevverim ve bu medeniyetin kalem varisi olmak benim açımdan son derece aziz bir iş hatta süluk edilen bir meslek. Bugün kendisini hasseten yâd ettiğimiz Ahmet Kabaklı Hoca ile birlikte Sâmiha Ayverdi ve Süheyl Ünver Hocalar Türk Gençliğinin kalem maneviyatında mutlaka diz çöküp sülûk edecekleri dergâhlardır.
Bizim irfan geleneğimiz Batı kültüründe asla rastlayamayacağımız saf bir talebi sunuyor bize; insana, kainata ve Allah'a yürüyüşte tertemiz bir yolu ve yönelişi gösteriyor.
Ahmet Kabaklı Hoca'nın önümüzde açtığı bu saf yolun ne menfaatle, ne siyasetle, ne de ticaretle bir alakası vardı Eğer bu yönelişleri ve parlak zarflara yüzünüzü çevirmezseniz, hangi şartlarda olursa olsun, siyaset sizi beğensin beğenmesin hakikati dile getiremiyorsanız, Müslüman Türk Münevveri olamıyorsunuz!
Hayatım boyunca başarmak istediğim çizgi bu olmuştu. Yazılarımda ve tavrımda da hep bu saf talebi ve hakikati okurlara hissettirmeye çalıştım.
Böyle bir yol dinden, imandan uzak olabilir mi? Ben dini eğitim veren bir okulda okumadım ama 15 yaşından itibaren okuduğum Türk Edebiyatı Dergisi'nin öyle bir İslâm ve îman anlayışı vardı ki ben o vakitler zannetmiştim ki, Türkler hatta insanlık var olalı beri İslâm ve Allah inancını bu çizgi temsil ediyordu.
Fikir ve düşüncenin imanla bağdaşmayacağını söyleyen mahfiller ile aramızdaki keskin çizginin de işte bu hakikatten kaynaklandığını düşünmekteyim.
Müsaade ederseniz belirtmek istiyorum; Atatürk'ün çizgisinden ve ülküsünden uzak nasıl uyduruk ve Masonik bir kemalizma mikronu ile nesiller zehirlendi ise aynı şekilde bu ülkenin çocuklarına din, iman, İslâm gibi konularda düşüncenin imanla bağdaşmayacağı yalanı söylendi. Ve ne yazık ki bu yeni değil, onyedinci yüzyıldan beri düşünceye dait ufuklarımız kapalı.
Ahmet Kabaklı bunu en iyi farkedenlerden biriydi düşünce ufuklarımızdaki hikmete olan talebin yeniden uyandırılması gerekiyordu. Hoca yazdığı onlarca ciltlik eserleri ile bu saf talebi yeniden güncellemişti.
Hocanın amacı kadim Türlüğün, Türklük bilincinin ve Töre'sinin içinden Dede Korkut kahramanları gibi kendi şahsiyetini bulmuş kalem erbabı ve irfan ordusu yetiştirmekti. Çünkü biz kendimize has o şahsiyetliliğin içinden dünyaya yeniden nizam verebilirdik.
Kur'an-ı Kerim'in tefekküre, akletmeye bu kadar çok atıf yaptığı bir inanç sistemi içinde elbetteki bu ülkenin evlatları ezbere kalıp ve ideolojik söylemlerin içinde sıkışıp kalmamalıydılar.
Bugün içinde bulunduğumuz problerin temelinde ne yazık ki işbu hakikat vardır; dinin düşünceden uzak sadece bir ibadet ve yaptırımlar silsilesi olarak görülmesi.
Türk Edebiyatı Dergisi bu ülkede yeniden irfani bir geleneğin, bir hikmet dili olan Türkçe'nin düşünce dili olmasını güncellemiştir.
Kabaklı Hoca sadece edebi eserlerin değil tasavvufu incelemin zevkini de talebelerine ve Türk gençlerine aktaran bir Alperen idi. Belki de Alperenliği'nin en temel özelliğini bu vasfından alıyordu.
Daima hikmete doğru bir yöneliş içinde olmak...
Çok genç yaşta Türk Edebiyatı Dergisi ile tanışmamış olsaydım kendimize ait kültürel bir toprağımız olduğunu hiç bir zaman fark etmeyecektim belki de. Esasen bizler, Ahmet Kabaklı yahut Samiha Anne gibi şahsiyetler üzerinden kendimizle buluşuyoruz.
Muhterem Misafirler, Genç Kalemler,
Kendimize ait bu irfan ve kültür toprağı çok önemlidir. Çünkü bugün dünyanın bu kültür toprağının neşet etmiş orjinal kavramlara ihtiyacı var. Şartlar ne olursa olsun asla kendi toprağınıza ve ülkenize küsmeyin!
Kabaklı Hoca hangi ontik görüşten olursa olsun bu ülkenin kalem erbabının kıymetini bilmiş, hepsini tek tek parlatıp kıymet vermiştir. Vahdet anlayışı içinde kendini diğerlerinden gayrı görmemiştir. Bu sebeple Türk Edebiyatı Vakfı geleneksel Çarşamba sohbetlerinde bir Yunus ocağı, Yesevi ocağı gibi her görüşten münevvere, hatta siyasetçilere yer vermiş, birlik ilkesinden şaşmamıştır. Kendinden gayrılara yabancılaşmak yerine, onları da kırmadan kendi irfan sofrasına çekmeyi, nasiplendirmeyi gaye edinmiştir.
Fikrini beğenmediği hiç bir yazarı ve siyasetçiye karşı nezaketsiz hiç bir söz söylememiş ve hiç bir yazarı da şahsi zaafları için aşağılamamıştır.
Çünkü Kabaklı hoca için asıl fetih şahsiyet gelişimidir.
Bugün bu fetih anlayışına, şehsiyetimizle dünyaya açılmaya çok ihtiyacımız var. Bugün gençlere ecdadımız eksik anlatılıyor. Ecdadımız sadece ülkeler beldeler fetheden insanlar değildi. Asıl bunu yapmaktaki isealleri neydi onu görelim. Gerçek fethin insanın hizmet gayesi ile yekdiğerine bağlanması olduğunu, Allah'a ancak bu vüsat ile ulaşabileceğimizi yeniden hatırlayabilmeliyiz.
Ahmet Kabaklı Hoca fethin temelindeki ahlakı evrensel bir dille yeniden ifade eden bir münevver idi.
O bize Altaylardan, Ötüken'den, Bakü'den, Urumçi'den, Semerkant'tan bizim üslubumuzla yoğrulmuş olan evrensel bir yöneliş olan vahdet inancının asırlık yolculuğunu yeniden fark ettirmiştir.
Hatta kendi üzerinde kendinden kaç bir asırlık Töre birikimini getirmiş olanların yürüyüşünü de fark etmiş ve bize de fark ettirmiştir. Ahmet Yesevi ocağından yürüyüp Avrupa içlerine ve balkanlara hatta bütün cihana yayılan bu Vahdet dini ne yazık ki bizim kayıp kıtamız. Bu düşünceyi hala zihnimizde yerli yerine oturtamadık.
Kabaklı Hoca Müslüman Türklüğün bu coğrafyadaki aslî fethinin ne olduğunu anlatmaya çalıştı bir ömür. Bunu kavrayabildik mi, yeniden düşünmemiz lazım.
Bütün dünya için bir niyaz biçiminde düşünceler üretebildik mi? Hayırla fethedecek bir yolculuğa hazırlığımız var mı?
Kabaklı Hoca bize içizde yürüyeceğimiz bir derviş yolculuğunu fark ettirdi. Bu dervişliğin günümüz tarikat gösterileri ile bir ilgisi yoktu. İnsandaki kendi aslına doğru yürüyüşün o saf taleple ilgisi vardı.
Kalem yolcuğunun dervişane bir yolculuk olduğunu öğretti bize.
Hülasa edersek Ahmet Kabaklı Hoca'nın yolu yolda olmaktan ibarettir. Kâh Yunus yolunda, kâh Yesevî yolunda, kah Hacı Bayram-ı Veli yolunda..
İşte bu yolları Türk aklına doğru yeniden bir medeniyet tasavvuru teklifi olarak dünyaya sunmamızın zamanı gelmiştir.
Kabaklı Hoca sadece bir bilgi insanı değil, tasavvufun insandan saf talebi olan ve adına Alperenlik denilen bir üslup, usül ve tavrın sembolü idi.
Bu tavrın esası insanlığı kucaklayıcı bir tavırla geniiş bir gönle sahip olmaktır. Münevver olmak sadece fikir, aksiyon değil ayrıca bahsettiği, temsil ettiği o değerleri hal edinerek bir oluş gerçekleştirmek, ermekliktir.
Ahmet Kabaklı Hoca'yı anlamak işte bu çileli oluş ve eriş macerasını tecrübe etmekten geçmektedir.
Buna ihtiyacımız var.
Yol eri olmaya ihtiyacımız var.
Cihanşümul bir yönelişe ihtiyacımız var.
Ergenekon'da sıkışıp kaldığı o yerden kendine seçtiği sembolün peşinden kendi tavrı ve tarzı ile yürüyüp gelmiş ontik aklımızı yeniden uyandırmaya ve yürümeye ihtiyacımız var.
Bizi yetiştiren bizim üzerimizden görünenler hep onlardır.
Dün on beş yaşında köşelerde Türk Edebiyatı Dergisi'ni okumaya ve anlamaya çalışan o küçük kıza bugün düşüncelerini anlatma fırsatı veren kıymetli hocalarıma huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Alicenaplığın, keremin ne demek olduğunu bugün bu salonda bir kez daha anlamış oldum.
Saliha MALHUN
Comments